23 Ekim 2012 Salı

“KENTSEL YIKIM” İÇİN “EKİM DEVRİMİ” BAŞLADI !

Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Kim ne söylerse söylesin, insanın kahrolacağı, şehirlerimizin katledileceği “Kentsel Dönüşüm” adlı “kentsel mezalim” için ilk kazma, Van depreminden sonra, “iktidarı kaybetme pahasına yapacağız” diyen Başbakan tarafından vuruldu. Bu hamasi cümlenin hiçbir derinliği, iddiası, muhtevası yok. Çünkü şehir ve medeniyet davasında “neyi yapacağı”nın da “neyi yıkacağını”n da farkında olmadan söylenmiş bir söz, bir bünye refleksi…

Tarihte önemli olaylara düşülen tarih gibi bu “kentsel dönüşüm”e de tarih düşün. Bu tarih  yeni bir Ekim Devrimi olarak, Başbakanın “Kentsel Dönüşüm Süreci”ni başlattığı 5 Ekim 2012.

Galip zannımız odur ki, gelecek nesillerin şimdiden “mevt”leri için uygun şehir tabutluklarına ilk çivi çakıldı. Ülkemiz genelinde 7 milyon binayı kapsayacak “büyük ekim devrimi” İstanbul Esenler’de törenle başladı.

Başbakan burada yaptığı konuşmada “Yeni hayat alanlarını, yeşile önem veren bir anlayışla inşa edeceğiz. Yeni yeşil alanlara ihtiyacımız var. Mevcut güvensiz yapıları, can ve mal güvenliği bulunan yeni yapılarla değiştireceğiz. Kentsel dönüşüm de bunu sağlayacak. Rant odaklı değil, insan odaklı bir projeyi hayata geçirmek istiyoruz. Sağlık merkezleri, parkları ile yepyeni yaşam alanları yaratacağız"  demiş. Sadece bu cümleler bile nasıl bir “şehir akıbeti”ne doğru gittiğimizi ifadeye yeter. Sormak gerekiyor: Bu cümlelerde bir şehir ve medeniyet idraki, ihyası, inşası var mı?

Avrupa’da 1900’lü yılların sıkışmışlığının, dünya savaşları sonrasının aciliyet teorilerinin öngördüğü şehirlerden farkı nedir? “Güvenlik”, “yeşil alan”, “sağlık merkezleri”, “parklar” gibi vaatler modern şehir teorisyenlerinin 100 sene evvel bahsettiği konulardı. Mesela, meşhur Fransız şehirci-mimar Le Corbusier’in söyledikleri tamamen bunlardı. Hatta o bile kuzey Afrika ve Osmanlı şehirlerinden çok şey öğrenmişti.

Sonraki 100 senede geçen tartışmalar, itirazlar ve bahsi geçen vaatlerin insan-çevre ilişkisinde yeterli olmadığı, insanın yeni hapishanelere kapatıldığı ve toplumsal mühendisliğin farklı bir cephesi olarak insanlara yaşayacağı çevreyi dayatma anlamına gelen yeni mahpuslar yaratma projelerine yönelik uyarılar 2012 Türkiye iktidarının neredeyse hiç duymadığı,  bîhaber olduğu meseleler.. Batı Avrupa ve Amerika bile bu yetersizliği görerek yeni yönelişlere girmişken, Türkiye iktidarı güç zehirlenmesini yaşıyor ve kentsel dönüşümü pragmatik ve mekanik bir meseleye dönüştürüyor; 100 sene öncesinin toplumsal-çevresel önerilerini dayatıyor. Amerika’nın sadece gökdelenlerini görenler, oradaki ev stokunun yüzde sekseninin bir ve iki katlı bahçeli ahşap evlerden oluştuğundan da bîhaberler.

İnsanın eşref-i mahlukat olarak yaşayacağı çevrenin bir mühendislik meselesi olmadığı, “güvenlik”, “park” gibi ihtiyaçların insanın çevresini oluşturmada onlarca başlıktan yalnızca ikisi olduğu aşikar. Uzağa gitmeye gerek yok. Acaba Turgut Cansever yeni yerleşmeler konusunda ne diyordu? Şimdi tekrar soruyoruz: İktidarın kentsel dönüşümle ilgili cümlelerinde bir şehir ve medeniyet idraki, ihyası, inşası var mı?  

Sadece soruyoruz.

Resmi literatürde “kentsel dönüşüm” olarak yer alan şehirlerimizde “kentsel mezalim” veya “kentsel katliam”a dönüşen ve bunu öğünerek tüm şehirlerimize yaygınlaştıran, Tanzimatla “yabancılaşmaya hayranlıkla” koşan, Cumhuriyetle “tarih ve medeniyetine nefret”le devam eden zihniyet, 1930-40’lı yılların CHP iktidarları eliyle tarihî şehirleri ve şehir mekânlarını yıkımla işe başladı.

1950’lerden 2000’lere kadar “yaptıklarının neye sebep olduğu”ndan habersiz biçimde katliamlarına gafletle devam eden DP, AP, ANAP ve diğer siyasî dönemlerinin ardından, AKP’nin iktidar olduğu on yıllık dönemde her türlü imkan ve kaynakla hızla devam eden şehir katliamlarına, bu kez “kentsel dönüşüm” adı altında yeni bir meşruiyet gerekçesi uyduruldu.

İddiaları, renkleri, dilleri farklı da olsa yaptıkları aynı olan,  tarih, medeniyet ve şehir idraki bulunmayan zihniyet nihayet bütün imkânlarıyla yeni bir “kentsel mezalim”e başlıyor. 

Prof. S. Ökten’in “şimdi tam bir kaos, tam bir kıyamet” olarak tanımladığı bu şehir katliamları veya mezalimleri karşısında bütün bir ülke çaresiz. TOKİ marifetiyle uzun süredir devam eden bu “şehir mezalimleri”, (her istilacı gibi) yapanların tekebbürlerini artırıyor. Şehirlerimiz melezleşmiyor;  “melezleşme” nin, “kaos”un çok ötesinde bir katliâma maruz kalıyor..

Bu öyle bir katliâm ki; yapanların “ihya” ettiklerini zannettikleri şehirler “imha” ediliyor. Öyle bir imha ki, şehirlerimiz bir daha dirilmesi mümkün olmayan bir ölümle katlediliyor.

“Güç zehirlenmesi”ne tutulmuş bir iktidarın tarih, medeniyet, şehir, irfan, idrak, zevk diye hiçbir ölçü tanımadığı, elindeki “TOKİ terminatörü”yle bütün tepkileri yok ettiği “kıyamet zamanları”ndayız.

Peki, ne yapacağız?

Şablonlardan ibaret reçeteler tavsiye etmeyeceğiz. Her zaman olduğu gibi sadece büyük muhakkik mimar merhum Turgut Cansever’i işaret ediyoruz. Bu kadar. Ancak, dilini ve idrakini kaybetmiş bir zihniyetin Cansever’i okuması ne yazık ki artık mümkün değil!

O halde? Onu da 1946 yılında “Yeniden Keşfolunmak” başlıklı yazısında 66 yıl önce bugüne işaret eden Üstad Necip Fazıl söylesin:

“Cebimizde olduğu halde farkına varmadığımız, unuttuğumuz ve bilmediğimiz bir şeyi keşfetmek, başkalarının ceplerindeki şeyleri keşfetmekten çok daha zor. Gelin de, cebinizdeki delikten astarın dikiş yerine kaymış kasa anahtarını, dışarıda İstanbul'dan Şimal Kutbuna kadar her tarafta arayın; hem bulamayacak, hem de her aradıkça bir kat daha kaybetmiş olacaksınız.
Bizim bütün davamız ve devamız, bu misal içinde hülasâlanıyor.

Biz, herşeyimizi, herşeyimizi yeni baştan keşfetmek ve herşeyimizle, herşeyimizle yeni baştan keşfolunmak zorundayız.
…...

Nasrettin Hoca'nın teker teker üzerlerine işedikten sonra, 'Buna değmiş, buna değmemiş!'diye yine teker teker yediği meyvalardan, öz meyvalarımızdan, hiçbirine hiçbir şey değmemiş olduğunu keşfetmek...
Sürek avına çıkar gibi, bütün madde ve ruh kıymetlerimizi çepçevre sardığımız, bunların tahlilini, terkibini, nisbetini, mukayesesini yaptığımız ve her şeyi bir kıymet hükmüne bağladığımız gündür ki:

Keşfolunmuş olacağız!
Keşfolunmanın arkasından da kurtulmuş olmak gelecektir..”

Mevzumuzla kayıtlı olarak söyleyelim ki; öncelikle şehrimizi keşfetmek ve kurtarmak… Bu da “Kentsel Dönüşüm” denen mezalimi önlemekle mümkün.
Başbakan’ın, o her fırsatta şiirlerinden mısralar okuduğu Üstad’ın bu cümleleri üzerinde biraz da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı düşünse keşke. “Keşke” diyoruz çünkü, ne Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, ne de ilgili diğer bakanlıklar, siyasiler, bürokratlar, teknik adamlar böyle bir idrake sahip değiller.

İçim elvermiyor ama gene Üstad’ın şu mısraları boğazıma düğümlendi:
“Geçenler geçti seni uçtu pabucun dama!
Çatla Sodom Gomore, patla Bizans ve Roma!”

Böyle bir akıbetten Allah’a sığınıyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder