16 Ocak 2012 Pazartesi

TÜRKİYE ŞEHİRLERİNİ KAYBETTİ! -medeniyet idraki yok ki, şehir tasavvuru olsun-

Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Bir medeniyet ait olduğu “dünya görüşü”nden aldığı referansla kendisini öncelikle şehir tezyin ve tasarımında gösterir. Şehirde “görünür” kılınmamış bir medeniyetten bahsedilemez. Çünkü medeniyet, kültür-sanat-bilim ve teknoloji kadar “şehir ve mimari” demektir. Veya medeniyet bu insanî ilim ve disiplinlerle kendisini gösterir.

Yaşadığımız topraklar, Cumhuriyetin kuruluşuna kadar dünya görüşümüzün aynası olan medeniyetle şehirlerimize aksetti, şehirlerimizde yaşadı, şehirlerimizi yaşattı.
Cumhuriyetle birlikte ‘atıldığımız’ batı uygarlığının her alanda büyülenmiş meftunu olduğumuz gibi, şehir ve mimaride de mukallit bir meftunu olarak ‘emir ve ısmarlama’ ile şehirlerimiz batı tarzı talim ve terbiyenin egemenliğine girdik.

Normal…

Çünkü kaçmak istediğimiz, yok saydığımız, taammüden hafıza kaybına uğratıldığımız medeniyet geleneğimizi hepten unutarak hızla şehir yıkımlarına başlandı. Öncelikle de medeniyet şehirlerimizde… İstanbul’dan başlayarak Konya, Diyarbakır, Sivas, Bursa, Trabzon vs.’de yapılan şehir katliamları tarihî hafızamızda duruyor…

Türkiye’nin özellikle son on yılda “şehirlerini külliyen kaybedişi”ne farkında olmadan herkes ortak oluyor, katkı veriyor. Niçin özellikle son on yılda?

Çünkü; Türkiye 1950’lerden sonra bir türlü bütünüyle yakalayamadığı siyasî istikrarını 2002-2012 arasında sağlamasına rağmen, “medeniyet idrakî ve şehir tasavvuru”na sahip bir zihniyet iktidar olmadığı için şehirlerini bütünüyle kaybediyor.

Özellikle devlet zihniyetinin şehirlerdeki icracı kolu olan TOKİ aracılığıyla mevcut şehirlerimize yeni bir tasavvur ve tasarım getirilemedi. Aksine bu kentsel dönüşüm dalgası kötü, çirkin ve yanlış bir örnek olarak şehir ve mimarî tarihimizin harcanmış, israf edilmiş sayfaları arasında yer alacak.

“Medeniyet tasavvuru ve şehir idraki” bağlamında şehir tasarım (daha doğrusu katliam)larımıza
tarihlendirerek bir bakalım.

· 1923 ile 1950 arası, yeni devlet ideolojisi ve tek parti döneminin tarihî çağrıştıran her şeyi yıkması ve yerine ‘bizim olmayan’ şehir ve mimari adaptasyonları…
· 1960-1983 arası, muvazaacı sağ ve yıkıcı sol ideolojili iktidarlar eliyle bozulan, çirkinleştirilen, tarihî dokusu daha da tahrip edilen, bugünkü çarpık şehirleşmenin yakın temellerinin atıldığı dönem…
· 1983-2002 arası, dünyaya açılan Türkiye ve sürekli değişen siyasî iktidarlar eliyle gene hızla yaşanamaz hale gelen şehirlerimiz için müthiş bir vurdumduymazlık dönemi…
· 2002-2012, arası büyük bir destekle siyasi istikrarın sağlandığı, yerli iddialı ancak medeniyet ve şehir idraki hiçbir zaman oluşmamış, ilgililerin ve sorumluların sadece nutuklarla zaman kaybettirdiği dönem…

En önemlisi; bu dönem içerisinde devletin ‘şehir inşa aygıtı’ olan TOKİ marifetiyle (Üstad Necip Fazıl’ın ‘işgal ordularının yapamayacağı bir cinayet’ deyimine eş ) devletin müthiş imkânlarının
‘şehir idraksizliği’ yüzünden beton silolar şeklinde tezahür etmesi şehir yıkımlarını hızlandırdı. ‘Kentsel dönüşüm’ gibi muğlak bir kavramın yol açtığı şehir katliâmları halen TOKİ eliyle sürüyor, sürdürülüyor. Hem de öğünülerek. Tarihçi Neşrî’nin mısrasıyla: “Ortalıkta bir acep destan idi. Nice Rüstemler âna hayran idi!”

Geçtiğimiz günlerde bir yayın organında Ankara’nın büyük bir tepeye serpilmiş bir gecekondu bölgesinde TOKİ’nin başlattığı kentsel dönüşümün fotoğrafı yer alıyordu. Fotoğrafta ıslah edilecek gecekonduların üzerinde hayalet gibi dikilen 10-15 beton blok insanı ürpertiyordu. Konuya duyarlı bir yazar da “TOKİ’nin ufku var mı, ufku?” diyerek faciayı sütunlarına taşımış, “Çok fantastik bir şey, elle çizilmiş, tezatları abartılmış bir afiş veya bir animasyon filmi için tasarlanmış gerçeküstü bir film seti gibi duruyor.” diyerek tezada ve nasıl bir şehir kirliliğine sebep olunduğuna vurgu yapmıştı. Ancak mitolojideki tasarımlarla yarısı insan yarısı hayvan veya yarısı başka diğer yarısı başka yaratıklar şeklinde izah edilebilecek bir şehir manzarası.

Medeniyetimizden koparılmamıza rağmen şehir halkalarının henüz çürümediği şu 90 yıllık şehir
maceramızda böylesine bir tahribat ancak devlet ve onun ilgili aygıtları eliyle yapılabilirdi. Ve yapıldı, yapılıyor. Ya devlet eliyle zorla eskiyi tahrip, istediklerini tahkim ediyorlar. Veya da hiçbir idrak ve tasavvur olmaksızın rastgele ucubeler inşa ediyorlar.

Bu uygulama bütün şehirlerimizde freni patlamış bir otomobilin yokuş aşağı hızla savrulması gibi devam ediyor. TOKİ, başta Başbakan olmak üzere herkesi sanal bir inandırma çevrimine almış ki, “500 bin konut ürettik” teranesiyle yıkımlarını sürdürmeye devam ediyor.

Devlet ve TOKİ eliyle tarihe, dünya görüşüne, medeniyete, şehre, mahalleye, eve paydos!

1940’lı yılların tek parti iktidarı’nın şehir idrakiyle, 2000’li yılların tek parti iktidarı’nın şehir idraki arasında fark var mı? Var! 40’larda “neyi yıkacaklarını” biliyorlardı! 2000’lerde ise ne “neyi yıkacağını”, ne de “neyi yapacağını” bilemeyen bir betonarme zihniyet!

Yaptıklarının iddialarıyla çeliştiğini bile göremeyen, aksine yaptıklarının ‘çokluğu’yla övünen bir zihniyete söyleyeceğimiz tek şey : “Ne yaptığının farkında bile değilsin!”

Eyvâh, eyvâh ! Mevcut iktidar sanal ve kurgu da olsa 2023’de dünyanın bilmem kaçıncı büyük ekonomisi olacağına kendisini inandırıyor ve hesap yapabiliyor ancak iki yıl sonrasına ait bir “şehir idraki ve tasarımı” oluşturabiliyor mu ?

Zannetmiyoruz.

Muhakkik Mimar Turgut Cansever’in söylediği gibi: “…Esas mesele şu: Türk insanının kültürel ilgi alanı tamamen saptırılmış vaziyette. Adeta Türk toplumuna bir ihanet diyebileceğim kadar vahim şekilde saptırılmış durumda..”

İhanete varmış müthiş bir ilgisizliğin olduğu bir ülkede şehir ve estetik idraki olanların son on yıldaki yapılanlardan yola çıkarak herhangi bir şehrimizde ilk bakışta görecekleri şey dehşet bir “katliâm tablosu”dur.

Devlet aygıtı TOKİ ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı hiçbir zaman “Nerede hata yaptık ve yapıyoruz?” diye sormamışlardır ve sormak gibi bir dertleri de yok. Son yaşanan depremin yıkıntılarından yeni bir şehir modeli ortaya koymak mümkün iken, medeniyet ve şehir idrakinin olmaması nedeniyle bu fırsat da büyük imkânlarla heba edilecek görünüyor.

Evet, şehirlerimizin bir zamanlar olduğu gibi “masal şehirler” haline getirilmesi mümkün iken, bu imkân devlet ve TOKİ eliyle heba ederek şehirlerimiz “maraz şehirler” haline getirildi.

Bu satırlarda her zaman dile getirdiğimiz “Turgut Cansever İdrak ve İnşası” olmadıkça şehirlerimizin de asla imar ve inşası mümkün olmayacaktır. İşin “nasıl”ı Cansever’in kitaplarında. Biz burada kendisinden yapacağımız bir iktibasla yetinelim:

“Mekâna ait meselelerin idraki ve bilinci olmadığı zaman, diğerleri tamamen boşta, kopuk, tutarsız teşebbüsler olarak kalır. Anlam bütünlüğünü kapsamazlar ve ortak zemine sahip olamazlar. Mimarinin 20. yüzyıldaki sefaletinin ana sebeplerinden biri bu..”

Mimarîden önce şehir, şehirden önce medeniyet, medeniyetten önce dünya görüşü oluşmamış
bir ülkenin şehri de, şehir yöneticileri de, ilgili Bakanlıkları da “nekropolde yaşayan” canlılardan ibarettir.

Şehirlerimizi kaybettik. Mevcut zihniyetle bundan sonra “kentsel dönüşüm” ve “marka şehirler”
adına yapılacak herşey “büyük artçı sarsıntılar”la şehirlerimizi daha da harap hale getirecektir.

Yeter ettiğiniz şehirlerimize!

Biraz insaf, biraz idrak, biraz intibah!

(Günebakış, 18 Ocak 2012)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder