20 Aralık 2011 Salı

ŞEHRE TÜKÜR VE GERİ DÖN !

Yahya Düzenli
duzenliyahya@gmail.com

Filozof Nietzche en önemli eseri olan “Böyle Buyurdu Zerdüşt”te ‘geçip gitmek üzerine’ başlığıyla Zerdüşt’ün dilinden şunları söyler:

“Burası büyük kent; burada bulabileceğin hiçbir şey yok, ama her şeyi yitirebilirsin.. “Neden geçmek istedin bu çamurun içinden? Ayaklarına acısana! Daha iyisi kentin kapısına tükür ve geri dön! ...Burada büyük düşünceler canlı canlı haşlanır ve küçük parçalar halinde pişirilir.

Burada bütün büyük duygular çürür; burada ancak bir deri bir kemik kalmış duygucukların kemiklerini takırdatmalarına izin vardır! Şimdiden burnuna gelmiyor mu ruhun mezbahalarından ve umuma açık mutfaklardan yükselen kokular? Kentin her yanında boğazlanmış ruhun buharları yok mu?

Ruhların kirli ve buruşuk paçavralar gibi asılı olduğunu görmüyor musun? Buz kesmişler ve sıcağı damıtılmış sularda arıyorlar; sıcaktan bunalmışlar ve donmuş ruhlarla serinlemeye çalışıyorlar; hepsi de artık ölümcül hasta ve kalabalıkların bağımlısı olmuşlar. Burası her türlü şehvetin ve günahın yuvası; ama burada erdemli olanlar da var…

İçinde aydınlık, kuvvetli ve iyi ne varsa hepsi adına tükür bu kente ve geri dön! Tükür bastırılmış ruhların, zayıf göğüslerin, kısılmış gözlerin ve yapış yapış olmuş parmakların kentine! Çürümüş, adı kötüye çıkmış, şehvet düşkünü, karanlık, gevşek her yanlarını urlar kaplamış, hainlik adına ne varsa tümünün aynı kazanda kaynadığı; bu büyük kente tükür ve geri dön! “

Devam eder Nietzche: “Böyle dedi Zerdüşt; ve büyük kente baktı, içini çekti ve uzun süre sustu. Sonunda ise şöyle konuştu: …Bu büyük kent de tiksindiriyor beni. Burada da, orada da ne düzeltilebilecek bir şey var ne de kötüleştirilebilecek bir şey… Vay haline bu büyük kentin!- ve isterdim ki, onun içinde yanacağı alev sütununu şimdiden görebileyim! … Büyük kentin yanından geçip gitti…”

Bir şehrin insan ruhunu yutan mezbahaya dönüşmesini tahayyül edebiliyor musunuz? Ruhun mezbahası olur mu? Düşünceye konu olabiliyorsa demek ki oluyor!

İnsanın şehre olan öfkesini böylesine büyük bir nefrete dönüştüren sebep nedir? Veya yaşadığı şehrin insan ruhunu her an ‘kesime hazır’ hale getirmesinin sebebi nedir? İnsanın da teslimiyet içinde “şehir mezbahası”nda her an sırasının geleceği endişesini bile kaybetmiş biçimde boyun eğişi nasıl izah edilebilir? Bu sorulara cevap olabilecek felsefî bir koridor açmadan, yukarıdaki cümleye küçük bir yorum koridoru açarak devam edelim…

İnsan şuuraltını ne kadar kontrol altına alsa, ne kadar terapiye tabi tutsa, bazan kontrolden çıkarak dışavuruyor ve çılgınca konuşmaya başlıyor. Ne kadar bastırırsanız bastırın, şuuraltı ‘stok’ları insanın ‘iç gerçekliği’ni oluşturuyor. İslâm büyüklerinin ele aldıkları, çözümledikleri insanın hakikati ise “şuuraltı refleksleri”yle değil, “nefs veya ruh”un belirleyiciliğiyle gerçek
yatağına oturur…

Bu konuda özel bir bahis açmadan insanın şehirde kesim sırasını bekleyen bir yaratığa dönüşmesine vurgu yapalım…

Şehir-insan ilişkilerinde şehrin büyük bir “mezbaha”ya, insanın da ruhunun kesimini bekleyen bir yaratığa dönüşmesi, insanı dehşete düşürüyor… Ancak modern zaman şehirlerine “ruh mezbahaları” demek çok da abartılı değil… Şehir insan ruhunu kemirmenin, öğütmenin ötesinde onu parçalıyor, kesiyor, yok ediyor.

Aslında şehir de insan da ruhunu kaybedince mezbahaya dönüşüyor. Şehir bu yok edişin, insan da tedricen yok edilişin farkında olamıyor. Şehirden tüten eğer “boğazlanmış ruhun buğuları” ise, orada insan yaşamıyor. Nietzche, herhalde kendi oluşturduğu ‘üstün insan’a nispetle sıradan insanların şehirde boğazlanmayı bekleyen mezbaha hammaddeleri olduğuna vurgu yapıyor. Öyle de olsa, insan kendi gerçeğini kaybetmenin verdiği ‘başkalaşma’yla insan görünümlü bir nesne olarak biyolojik gerçekliğiyle varlık iddiasında bulunuyor.

Nietzche, şehrin insanı boğazlayan mezbaha karakterine isyan ederken duyduğu kokuyu diğer insanların duymamasına da isyan ediyor. Nasıl olur da, şehir ruhları boğazlarken bu açık katliama ses çıkaramıyoruz?

Nietzche’nin metaforundan yola çıkarak ve onun taşıdığı öfke ve nefreti bir kenara bırakarak yaşadığımız şehre bakalım… Ruhların hayata mı mezbahaya mı daha yatkın olduklarını bir düşünelim… Buradaki şehrin mezbahacı karakteri “ruh katliamcısı” olması…
Öyle ya… Ruhunu kaybeden bir şehir, insan ruhunu katleden bir mezbahaya dönüşecek… Bir de şehirde hâlâ erdemli olanları düşünelim… Erdemli yâni, hâlâ ahlâklı kalabilenleri…

Dehşet olan şu: İnsanın şehirde ‘mezbahalık ruh’ taşımaya şartlandırılması… Daha da vahimi, iliklerimize işleyerek ruhumuzu yavaş yavaş, hissettirmeksizin mezbahalık kıvama getiren modern zaman şehirleri yeni bir Sodom ve Gomore olmasın sakın?

(Günebakış, 21 Aralık 2011)







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder